Ana içeriğe atla

Yorgun Gözler Radara Karşı

*BirGün Gazetesi Pazar Eki, Mayıs - 2015

Teknoloji kapitalizmin en büyük silahlarından biri. Her alanda olduğu gibi denizler de teknoloji ile geleneksel arasındaki bu savaştan payını alıyor. Çanakkaleli balıkçılarsa kapitalizmin imkânlarına karşı gözleriye savaşıyor. Balıkları radar yerine çıplak gözle tespit etmeye dayanan geleneksel avlanma stili aynacılık; hem endüstrileşmeye hem gelenekselin yok olmasına karşı bir duruş. Aynacılığın altında sadece bir avlanma stili değil, aynı zamanda denizlerin cömertliğine bir saygı  yatıyor. 25 yıllık aynacı Çağlar Kütük ve tayfasıyla balık avının insani yönlerini konuştuk.


"YERİ GELİR İZLEME İŞLEMİ SAATLER SÜRER"

Balıkçılıkla aynacılık aynı şey değildir. Aynacılık ayrı bir tecrübedir. Aynacı adam balığı tutturan veya kaçırttıran adamdır. Tekne hareket halindeyken teknenin altındaki bir mercekten suyun içine bakıp balıkları tespit eder. Kaptanın bütün refleksleri aynacıya bağlıdır. Aynacı yarım metre mesafeden alttan akan suyu izler. Herkesin kolay kolay yapabileceği bir iş değildir. 20 km hızla giden bir nesneye yarım metre mesafeden baktığınızı düşünün. Yeri gelir bu izleme işlemi saatler sürer, insanın buna dayanma süresi ortalama 5-10 saniyedir.

"MAKİNAYA DEĞİL İNSANA GÜVENİYORUZ"  

Radar sana balığın adedini, cinsini, derinliğini her şeyini gösterir. Sen bunun ticari olarak seni kurtarıp kurtarmadığını hesaplarsın. Radar aslında çok pahalı da bir sistem değil, bu bir tercih meselesi. Biz tabii ki radardan iyi olamayız ama radar bize insaf etme hakkı tanımaz. Gözümüze daha çok güvenme sebebimiz ise gözümüzün görmediği şeye gücümüz yetmiyor diye düşünmemizden. Denize ve doğaya saygı gösteririz, açgözlülük yapmayız. Gözle bakarsan balığın korkusunu bile hissedersin. Radarda gördüğün sadece küçük anlamsız şekillerdir.

"BALIĞI GÖRÜNCE KALBİN SIKIŞIR"

Geceleri aynayı kullanamazsın. Suyun üstünü izlersin yakamozda. Balık hızlı gittikçe yeşil hayali bir çizgi oluşur, belli eder kendini, "Ben buradayım," der. Balığın üstüne gece yakamoz vurduğu zaman yoğurt gibi parlar denizin üzerinde. O görüntüyü görünce kalbin sıkışır. Ama radarcılar paranın parıltısını görürler anca denizin üzerinde.

"GÖZÜMÜZE ZEYTİNYAĞI SÜRÜYORUZ"

Tabii bu işe alışmak biraz antrenman meselesidir. Genellikle bu işi yapanlar ufak yaşta başlarlar. Bilmeyen adam altından geçen bir noktaya sabit bakmaya çalışır. Göz merceği kaya kaya başını döndürür. Biz direkt denize bakarız, diplerle işimiz olmaz. Tam dibe de bakmayız, tam suyun üstüne de bakmayız, orta yolu bulup bakarız. Zaten balık gösterir kendini. Ara sıra dibi de yoklarız ve uzak mesafeye bakarız. Gözü korumak da çok önemlidir. Bazısı gözünü rahatlatmak için zeytinyağı sürer. Kötü bir ayna, balığı yanıltmasa bile göz yorgunluğu yapar, bu da gözlerini bozar insanın. 


"MAVİ TARIMI DA BİTİRİYORLAR"

Denizlerdeki en büyük sorun cahillik. Biz balıkçılığa mavi tarım da deriz. Tarımı bitirdik, denizlerimizi de bitiriyoruz. İnsanların bir kasa defne yaprağının (lüfer balığının küçüğü) üremesine izin verilirse yirmi kasa lüfer ettiğini bilmesi lazım. Sen kısa yoldan yolunu bulmak için geleceğini katlediyorsun. Devlet, geleneksel balıkçıyla uğraştığı kadar endüstriyel balıkçıyla uğraşsa her şey daha iyi olur. Bilinçsiz avlanma sadece balık yeme meselesi değil. Denizlerde yaşamın tükenmesi karadaki yaşamın da bitmesi anlamına geliyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ülker Sokak’ta Lubunya Olmak

İstanbul Beyoğlu, Cumhuriyet Dönemi’nde başlayan göçlerle birlikte her çeşit topluluğa ev sahipliği yapmış, kozmopolitliğin simgesi bir semt. İçerisinde en modern ve köhne sokaklar yan yana; seçkin ve kuytuda kalmış hayatlar dip dibe yaşanıyor. Beyoğlu’ndaki Ülker Sokak ise bu kozmopolitliğin içinde trans ve transseksüellere ev sahipliği yapan, onların varoluşu açısından önemli bir mekân-dı. Ancak 1996’da yılında başlayan operasyonlarla dönemin emniyet amiri Hortum Süleyman önderliğinde mahalle “temizlendi”, translar -her ne kadar direnseler de- “sürüldü”. Bir sokağın varoluş ve yok oluş hikâyesini, bir kimliğin var olabilme mücadelesini, olayların yirminci yılında dinlemek için aktivist Demet Demir ile konuştuk.  Son Durak Ülker Sokak Demet Demir, Türkiye’de LGBTİ denilince akla ilk gelen isimlerden biri. Elli dört yaşında, otuz yıldır Ülker Sokak’ta yaşıyor ve yedi kedisi var. Ülker sokağın mazisini de bugününü de en iyi anlatacak birkaç isimden biri.  Trans ve transseksüe

Adalı Sait Faik ve Bakkal Dostu Orhan

Sait Faik; İstanbul’u çokça anlattığı hikâyelerinde, kalabalık semtleri, kenar mahalleleri, balıkçıları, kuşları, boyacıları, insanın tasasını işler. Yoksul insanları anlattığı yazılarında, “küçük insanlar” diye tabir edilenleri devleştirir adeta. Sadece anlatmakla kalmaz “kahramanları” ile dostluk da kurar. Hal böyle olunca onu en iyi kim anlatır sorusunun peşine düştük ada yollarına.  Burgazada’ya gitmek için hava biraz soğuk ama vapurdan ilk indiğinizde sizi Sait Faik Abasıyanık’ın heykeli karşılıyor ve bu içimizi bir nebze ısıtıyor. Sait Faik’in Burgazada’da annesiyle beraber yaşadığı ev şimdi müze. Müzeyi gezdikten sonra, sokaklarında dolaşıyoruz adanın. Mutlaka birileri olmalı diyorum içimden. Sokakta odun kıran yaşlı bir amca çarpıyor gözüme, “Belki de arkadaşıdır!” diyorum; ama değil. “Onun zamanına ben yetişemedim diyor,” biraz üzülüyorum. Ama müjdeyi veriyor: “Aşağı sokakta Bakkal Orhan var, ona gidin, beraber balığa giderlermiş o anlatır size,” diyor.  Burgazada’da

Kanıksadığımız Orhan Veli

Mart, 2016 Şeref Özsoy, Türkiye’de Orhan Veli ile ilgili en büyük koleksiyona sahip birkaç kişiden biri. İlk kez çocukluğunda ilkokul öğretmenin verdiği kitapla tanışmış Orhan Veli ile. Şu an kütüphanesinde ilk baskı Orhan Veli kitapları, yaptığı çevirileri, yazdığı ve çıkarttığı dergiler, O'nun hakkında yazılanlardan oluşan kitaplar, şiirlerinden bestelenen şarkıların yer aldığı plaklar oldukça büyük bir yer kaplıyor. Bunun yanı sıra Özsoy, Orhan Veli hakkında kitap yazmış ve büyük bir özveriyle şiir evi açmış. Tüm araştırmalarının ardından “Orhan Veli’de beni şaşırtan ya da üzen hiçbir yön olmadı” diyecek kadar da Orhan Veli’yi kanıksamış.  Biz de Orhan Veli’yi bir de ondan dinlemek için Beyoğlu’ndaki sahafına gidiyoruz. Şeref Özsoy bizim için Orhan Veli’yi anlatmaya başlıyor.  Orhan Veli’nin aruz ve hece ölçüsünü reddetmesinin sebebi sizce nedir, bunun onun hayata bakış açısıyla ilgisi nedir?  Orhan Veli, aruzu da hece ölçüsünü de iyi bilirdi. Bunu şu hikâyeyle an