Sait Faik; İstanbul’u çokça anlattığı hikâyelerinde, kalabalık semtleri, kenar mahalleleri, balıkçıları, kuşları, boyacıları, insanın tasasını işler. Yoksul insanları anlattığı yazılarında, “küçük insanlar” diye tabir edilenleri devleştirir adeta. Sadece anlatmakla kalmaz “kahramanları” ile dostluk da kurar. Hal böyle olunca onu en iyi kim anlatır sorusunun peşine düştük ada yollarına.
Burgazada’ya gitmek için hava biraz soğuk ama vapurdan ilk indiğinizde sizi Sait Faik Abasıyanık’ın heykeli karşılıyor ve bu içimizi bir nebze ısıtıyor. Sait Faik’in Burgazada’da annesiyle beraber yaşadığı ev şimdi müze. Müzeyi gezdikten sonra, sokaklarında dolaşıyoruz adanın. Mutlaka birileri olmalı diyorum içimden. Sokakta odun kıran yaşlı bir amca çarpıyor gözüme, “Belki de arkadaşıdır!” diyorum; ama değil. “Onun zamanına ben yetişemedim diyor,” biraz üzülüyorum. Ama müjdeyi veriyor: “Aşağı sokakta Bakkal Orhan var, ona gidin, beraber balığa giderlermiş o anlatır size,” diyor. Burgazada’da küçük bir bakkal dükkânı olan Orhan Tuncer, Sait Faik’le 1948 yılında tanışmış ve ölümüne dek dostlukları sürmüş.
Burgazada’nın kitaba para veren ilk bakkalı
1953 senesinde Şimdi Sevişme Vakti adlı şiir kitabı daha yeni çıkmıştır Sait Faik’in. Cumhuriyet gazetesinden kitabı çıktığını öğrenen Orhan amca, yine bir gün ekmek almaya geldiği sırada Sait Faik’ten kitabını ister. Sait Faik, “Kitap 1 liradır” der. “Benim çekmeceyi çekip parayı masaya koymamla Sait’in kaybolması bir oldu,” diyor. “Çünkü o sıralar Sait beş parasız.” Birkaç dakika sonra elinde kitapla çıkagelen Sait Faik kitabı teslim eder. Bir de şöyle not düşmüştür:
Burgazada’nın kitaba para veren ilk adamı sensin... Dünyanın kitaba para veren ilk bakkalı kimdir dersin Orhancığım? 17 Ekim 1953
“Hiçbir şeye kötü gözle bakmazdı, bütün tabiatı çok sever ona saygı duyardı. Bu yüzden Sait benim için sevgi demek,” diyor Orhan amca. “Kuşlardan bahsederdik Sait’le. Kuş göçlerinden, isketeden, sakadan… O zaman Rumlar vardı adada. Kuşları tutar, yerlerdi. Sait çok kızardı onlara.”
Haftanın üç günü Sait Faik’le beraber balığa çıkan Orhan amca, Sait Faik’in annesine olan düşkünlüğünü de bu vesileyle öğrenmiş. “Çok açılmazdık denizde, ‘Burası da deniz değil mi Orhan, at oltayı da tutalım,’ derdi hep. O zaman öyle bol balık vardı ki denizde... Ama biz balığı tam bol bol tuttuğumuz vakit Sait, ‘Hadi gidiyoruz, annem bekler, topla oltaları Orhan,’ derdi. Annesine saati geçirmek istemezdi hiç.” Ama Sait Faik’in annesine olan bağlılığının Beyoğlu’na indiğinde kırıldığı muhakkak. Çünkü Orhan amca, Sait Faik’in özellikle 1953 yılında ortadan sık sık kaybolup, Orhan Veli ve diğer arkadaşlarıyla beraber Beyoğlu’ndaki Meyhane Degüstasyon’a gittiklerini söylüyor. Öyle ki, Degüstasyon Orhan Veli’nin dizelerine konuk dahi olmuş.
Sait Faik ile Orhan Veli’nin çok iyi arkadaş olduklarını Orhan amca da tekrarlıyor. Orhan Veli’nin sık sık adaya geldiğini ve bu iki arkadaşın, Sait Faik’in annesi Makbule Hanım adada yokken, İstanbul’dan getirdikleri “çingene kızlarını oynatmak” gibi bir alışkanlıkları olduğunu da öğreniyoruz ondan.
Sait Faik: “Her şeyim balıkçıya benziyormuş...”
Sait Faik gazeteye röportaj yapar, “Gazeteciyim,” demezdi. Kitaplar çevirecek kadar iyi Fransızcası ve edebiyat bilgisi vardı ama bunu kimsenin gözüne sokmazdı. Sahiden de Sait Faik, İstanbul’un o dönem ki yazar profilinin çok dışında, büyük toplantılara katılmayan, kendine ait kılığıyla her yerde rahatlıkla dolaşan ve merak uyandıran bir karakterdi. Orhan amca, Sait Faik’in mahcup bir insan olduğunu, kalabalıklardan haz etmediğini, bir görünüp bir kaybolduğu zamanların çok olduğunu söylüyor.
“1950 yılıydı. Bir gün dükkânıma geldi yine. Sait oldukça neşeliydi, yerinde duramıyordu... ‘Hayrola, nedir bu keyfin?' diye sorduğumda, ‘Sorma yahu, bugün Beyoğlu’nda Yazarlar Derneği’nin bir toplantısı vardı, gideyim dedim, kapıya bir bekçi koymuşlar, ben tam girecekken, ‘Hop! Dur bakalım hemşerim, buraya sadece yazarlar girer, balıkçılar değil dedi ve beni içeri sokmadı. Hiç sesimi çıkartmadım. O kadar memnun oldum ki... Demek ki yalnız giysilerim değil, yüzüm, hareketlerim, halim, tavrım, her şeyim balıkçıya benziyormuş... Bu benim için müthiş güzel bir şey biliyor musun...’ dedi. O tanınmak istemeyen, halktan bir insandı.”
“Sait yalnız görebildiği hikâyeleri yazardı”
“Onun ideali insanlarla konuşmaktı. Mesela boyacıyla konuşur, arkadaşlık eder sonra onu yazardı,” diyor Orhan amca. Sahiden Sait Faik yaşadıklarından beslenen bir yazardı. Gözlemlediği, arkadaşlık ettiği “sıradan” insanı yazardı. Beyoğlu, Burgazada ve kenar mahallelerin kıraathaneleri onun vazgeçilmez yerleriydi. Hikâyelerine taşıdığı kahramanların çoğu onun hayatından birileriydi.
Sait Faik’in tüm ada halkıyla dost olduğunu söylüyor Orhan amca: “Sait bir boyacıda ayakkabısını boyatır, ‘Fevkalade mutlu oldum,’ derdi. Bir balıkçıyla hasbihâl eder mutlu olurdu. İnsancıl bir yapısı vardı Sait’in. Herkesi sever, saygı duyardı; işçiye, ameleye, boyacıya… Yalnız insanları değil hayvanları da severdi. İki köpeği vardı yanından hiç ayrılmayan. Sait yazmak için ta Aya Nikola tepesine çıkar, beyaz köpeği onun peşini bir an olsun bırakmaz, onunla beraber tepeye tırmanırdı. Miyandros adasına bakar vaziyette, çam ağacının gölgesinde beyaz köpeğiyle yazardı Sait. Hikâye yazardı Sait, ama yalnız görebildiği hikâyeleri yazardı.”
Arkadaşı Sait Faik’le arşınladığı ada yollarını beraber yürüyoruz şimdi Orhan amcayla. Bir yandan da anlatıyor, “Sait pek yüzmezdi ama ben severdim kulaç atmayı. Hey gidi gençlik! Yüzerek Kaşıkadası’na geçerdim o zamanlar.” Bir an duraksayıp sonra devam ediyor, “Şimdi seksen sekiz yaşındayım, kendime arkadaş bulamıyorum, özlüyorum Sait’in dostluğunu…”
*Bavul Dergi, Aralık 2015
Fotoğraf: Merve Bavra
Fotoğraf: Merve Bavra
Yorumlar
Yorum Gönder