Ana içeriğe atla

Ülker Sokak’ta Lubunya Olmak

İstanbul Beyoğlu, Cumhuriyet Dönemi’nde başlayan göçlerle birlikte her çeşit topluluğa ev sahipliği yapmış, kozmopolitliğin simgesi bir semt. İçerisinde en modern ve köhne sokaklar yan yana; seçkin ve kuytuda kalmış hayatlar dip dibe yaşanıyor. Beyoğlu’ndaki Ülker Sokak ise bu kozmopolitliğin içinde trans ve transseksüellere ev sahipliği yapan, onların varoluşu açısından önemli bir mekân-dı. Ancak 1996’da yılında başlayan operasyonlarla dönemin emniyet amiri Hortum Süleyman önderliğinde mahalle “temizlendi”, translar -her ne kadar direnseler de- “sürüldü”. Bir sokağın varoluş ve yok oluş hikâyesini, bir kimliğin var olabilme mücadelesini, olayların yirminci yılında dinlemek için aktivist Demet Demir ile konuştuk. 

Son Durak Ülker Sokak

Demet Demir, Türkiye’de LGBTİ denilince akla ilk gelen isimlerden biri. Elli dört yaşında, otuz yıldır Ülker Sokak’ta yaşıyor ve yedi kedisi var. Ülker sokağın mazisini de bugününü de en iyi anlatacak birkaç isimden biri. 

Trans ve transseksüellerin kendi alt kültürlerini geliştirdiği, birlikte yaşayarak kolektif ve korunaklı bir hayat sürebilecekleri mekân arayışının ilki Ülker Sokak değil aslında. Abanoz Sokak, Sormagir, Pürtelaş… Her sokaktan polis operasyonları sonucu yerlerinden edildiler. Ülker Sokak bir arada yaşama ihtiyacının son durağı. 

Demet Demir, Cihangir’deki toplulukları dağıtılınca Başkurt’a (eski Sormagir Sokak) taşınmış. Orası da polisin saldırısıyla darmadağın olunca 1991’de Ülker Sokak’taki bir arkadaşının yanına gitmiş. Zamanla otuz küsür dairede, yüz civarı trans kadın Ülker Sokak’ın yeni komşuları olmuşlar. İlk sorum teker teker her sokaktan polis zoruyla çıkartılan transların Beyoğlu’nda ve bir arada yaşama konusunda neden ısrarcı oldukları: “Nasıl Anadolu’nun bir şehrinden göç edenler aynı mahallere taşınırsa bizde de öyle oldu. Gettolaşmak, cinsdaşlık ve kendini güvende hissetmenin bir ihtiyacı olarak oluştu. Bir arkadaşımız başına bir şey gelse hep beraber toplanıp arkadaşımıza sahip çıkabiliriz. Çünkü biz polisle, müşteriyle, bir yandan mafyayla uğraşıyoruz; buna en çok bizim ihtiyacımız var,” diyor. Diğer bir önemli sebep ise sokakta transların genelev yerine kendi hesaplarına çalışıyor olması. “Hem çalıştığımız hem yatıp kalktığımız kendi evimizdi. Home Office anlayacağın,” diye ekliyor. Beyoğlu’nun tercih sebebiyse tüm ötekileri içinde barındırması ve İstanbul’un eğlence merkezi olması en önemli etkenler.

Aykırı kültüre karşı ortak tutum içinde hareket etmek mahalle kültürünün bir refleksi kabul edilir. Bundan yola çıkarak mahalleli ile aralarının nasıl olduğunu soruyorum, başta çok iyi olduğunu, selamlaşıp konuştuklarını söylüyor. Ancak işler kalabalıklaşmaya başlayınca bozulmuş. “Aramızda pasta kavgaları, kıskançlık gibi huzursuzluklar çıkmaya başladı,” diyor. Bu soruyu sokağın en eski esnafı kuru temizlemeci Sıtkı Demirci’ye de sorduğumda benzer bir cevap aldım. “Gece yarılarına kadar adamlar gider gelir, kavga çıkar, şişeler havada uçuşurdu. Bu yüzden zaten dönmelerin temizlenmesi için imzalar toplandı mahallede. Emniyete, valiliğe bildirildi. Sonra Hortum geldi sildi süpürdü burayı,” diyor.

Demir de onaylıyor bu ifadeleri. Yaşarken olayların hızından idrak edemediği durumları şimdi daha iyi anladığını söylüyor. Ancak alternatifinin olmadığı koşullar içinde bir noktada tıkanıyor. “Mahalleli de bir yandan haklı. Kendimize bir özgürlük alanı oluşturunca, başkasının hakkını elinden alanlar, faşizanlığa doğru kayanlar da oldu aramızda. O özgürlüğü daha önce tatmadığından belki de. Ama o mahallede tabii ki huzursuzluk çıkar. Translara iş verilmiyor çünkü fuhuş yapmak zorundayız. Suç bizde değil sistemin yarattığı kaosun içinde debeleniyoruz, haliyle ruh halimiz de deforme oluyor.” İçinden çıkılmaz ikircikli hayatın tanımı yapıyor bir nevi.

Mahallelinin, örgütlü bir şekilde translara cephe almasındaki en büyük etmenlerden biri, Ülker Sokak’taki binalardan birine sahip ancak kendisi Ülker’de oturmayan Güngör Gider. Din, namus, vatan söylemlerini kullanarak mahalleliyi kışkırtan Güngör’ün polisle iş birliği yaptığı da söyleniyor. “Dairelerinden birini kiralamıştık o zaman aramız iyiydi ama diğer dairelerini de kiralamamızı istiyordu. Biz kalabalıklaşınca diğer dairelerin fiyatı da düşmüştü,“ diyor Demir, bir rant meselesi de var yani işin içinde. Güngör Gider’in karşı tarafa geçişi öyle güçlü ki translara gelen müşterileri engellemek için kurulan masalarda nöbet tutan, “Fatih’in çocukları ibne mi olur?” sokak ortasında bağıran cinsten. Mahalleli dışında dönemin genelev patroniçesi Matild Manukyan gibi, genelev sahiplerinin de bu tür sokakların müşteri kaybına yol açtığı gerekçesiyle polislere kışkırtıldığı da ekliyor Demir. 

Hortum Süleyman

Beyoğlu Emniyeti Ekipler Amiri Süleyman Ulusoy’u bugün “travesti avcısı” olarak hatırlayanınız çoktur. Beyoğlu’nda hayatında ilk kez travesti görüp “Rabbim beni buraya ekipler amiri yaparsa ben de burayı temizleyeceğim” diye kendine söz vermiş bir görev aşığı. Amir olunca işe koyuluyor, Ülker Sokak’tan önce Cihangir bölgesinde de “temizleme” operasyonlarına katılmış. Demet Demir, Cihangir’de yaşananların translara tecrübe kazandırdığını söylüyor. “Transların doğru düzgün bir toplu direnişi ve politikleşmesi yok gibiydi. Cihangir’de başladı ve Ülker’de devam etti bu durum,” diyor. 

Ülker Sokak operasyonu başlayınca daha önceki icraatlerinden adını duyan transların birçoğu korkup kaçmış. Kalanlar açık cezaevi hayatı yaşamışlar adeta. Mahallenin bakkalına satış yasağı gelmiş, kuaför kapatılmış. İş yapmaları engellenmiş. “Mahallenin bir tarafına polis bir tarafına mahalleli masa kurup gelen adamları korkutup kaçırıyorlardı.” diye anlatıyor. Baskınlarda yaşadıklarını soruyorum, “Polisler gelir evlerin kapılarını kırar, önce eşyaları talan ederlerdi, bazı evleri yaktılar. Sonradan duyduk Hortum söktüğü çelik kapıları satar yoluna bakarmış,” Gözaltına alındıklarında karakoldan karakola sürükleyerek işkenceye maruz kaldıklarını da söylüyor Demir. Süleyman Ulusoy, Hortum lakabını da renk renk hortumlarla işkence ettiği translardan alıyor. 

Tüm bu yaşananlardan sonra kısa olarak tanımlanabilecek bir sürede dağılan Ülker Sokak’ta direnişin neden tam olarak sağlanamadığını merak ediyorum. Korkup kaçanların yanı sıra polise muhbirlik yapanların dahi olduğunu söylüyor Demir. “Ben paçamı kurtarayım, bir günde kazanayım fikri yüzünden kaybettik. Karşı tarafın eline çok koz verdik. Gammazlayanlar, evlerin kaçış yerlerini polise söyleyenler oldu. Belki biraz daha direnebilirdik ama kale içten çöktü.” diye özetliyor bir çırpıda. Ülker Sokak’ın, tüm dünyadaki eşcinsel hakları hareketlerini tetikleyen olay olarak kabul edilen New York’taki Stonewall ayaklanmalarının Türkiye ayağı olduğunu söylüyor Demir ve ekliyor “Ülker’de daha güçlü örgütlenmeyi başarsaydık şimdi her şey farklı olurdu.” 

Muhbirlere karşı direniş ruhunu sürdürenler de olmuş tabii. Bunların başında ise Demet Demir geliyor. Altı ay içerisinde son kalan beş-altı kişi Demir’in evinde direnişe geçmişler. Haliyle baskılar kendisine yoğunlaşmış. “Evde olduğum anlaşılması diye bir yıl evde elektrik yakmadan oturdum. Üç defa kapım kırıldı, telefon kabloları koparıldı haber veremeyelim kimseye diye. Ülkü ocaklarıdan mafya da musallat oldu, burayı terk edeceksin diye tehdit ettiler. Ama hiç ayrılmadım ve hâlâ buradayım.” 

Sokak dağılınca, trans ölümlerinde bir artış gözleniyor. E5’e çıkmak zorunda kalan translara, polisten kaçarken araba çarpıyor, cinayetler artıyor. “Ülker Sokak’tan sonra dört yıl içinde kırka yakın arkadaşımızı kaybettik,” diyor Demir. 

Ülker Sokak boşaltıldıktan sonra transların ne mesleği değişti ne de onlara bakış açısı. Yalnızca bir arada olmanın gücünü, bir getto kurabilmenin hayalini kaybettiler. Ülker Sokak politikleşmeden yalnızca kendini doğal koruma içgüdüsüyle bütünleşmenin başarısız bir sonucu olarak önümüze düşüyor. 

Şubat, 2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Adalı Sait Faik ve Bakkal Dostu Orhan

Sait Faik; İstanbul’u çokça anlattığı hikâyelerinde, kalabalık semtleri, kenar mahalleleri, balıkçıları, kuşları, boyacıları, insanın tasasını işler. Yoksul insanları anlattığı yazılarında, “küçük insanlar” diye tabir edilenleri devleştirir adeta. Sadece anlatmakla kalmaz “kahramanları” ile dostluk da kurar. Hal böyle olunca onu en iyi kim anlatır sorusunun peşine düştük ada yollarına.  Burgazada’ya gitmek için hava biraz soğuk ama vapurdan ilk indiğinizde sizi Sait Faik Abasıyanık’ın heykeli karşılıyor ve bu içimizi bir nebze ısıtıyor. Sait Faik’in Burgazada’da annesiyle beraber yaşadığı ev şimdi müze. Müzeyi gezdikten sonra, sokaklarında dolaşıyoruz adanın. Mutlaka birileri olmalı diyorum içimden. Sokakta odun kıran yaşlı bir amca çarpıyor gözüme, “Belki de arkadaşıdır!” diyorum; ama değil. “Onun zamanına ben yetişemedim diyor,” biraz üzülüyorum. Ama müjdeyi veriyor: “Aşağı sokakta Bakkal Orhan var, ona gidin, beraber balığa giderlermiş o anlatır size,” diyor.  Burgazada’da

Kanıksadığımız Orhan Veli

Mart, 2016 Şeref Özsoy, Türkiye’de Orhan Veli ile ilgili en büyük koleksiyona sahip birkaç kişiden biri. İlk kez çocukluğunda ilkokul öğretmenin verdiği kitapla tanışmış Orhan Veli ile. Şu an kütüphanesinde ilk baskı Orhan Veli kitapları, yaptığı çevirileri, yazdığı ve çıkarttığı dergiler, O'nun hakkında yazılanlardan oluşan kitaplar, şiirlerinden bestelenen şarkıların yer aldığı plaklar oldukça büyük bir yer kaplıyor. Bunun yanı sıra Özsoy, Orhan Veli hakkında kitap yazmış ve büyük bir özveriyle şiir evi açmış. Tüm araştırmalarının ardından “Orhan Veli’de beni şaşırtan ya da üzen hiçbir yön olmadı” diyecek kadar da Orhan Veli’yi kanıksamış.  Biz de Orhan Veli’yi bir de ondan dinlemek için Beyoğlu’ndaki sahafına gidiyoruz. Şeref Özsoy bizim için Orhan Veli’yi anlatmaya başlıyor.  Orhan Veli’nin aruz ve hece ölçüsünü reddetmesinin sebebi sizce nedir, bunun onun hayata bakış açısıyla ilgisi nedir?  Orhan Veli, aruzu da hece ölçüsünü de iyi bilirdi. Bunu şu hikâyeyle an