Ana içeriğe atla

Kanıksadığımız Orhan Veli

Mart, 2016
Şeref Özsoy, Türkiye’de Orhan Veli ile ilgili en büyük koleksiyona sahip birkaç kişiden biri. İlk kez çocukluğunda ilkokul öğretmenin verdiği kitapla tanışmış Orhan Veli ile. Şu an kütüphanesinde ilk baskı Orhan Veli kitapları, yaptığı çevirileri, yazdığı ve çıkarttığı dergiler, O'nun hakkında yazılanlardan oluşan kitaplar, şiirlerinden bestelenen şarkıların yer aldığı plaklar oldukça büyük bir yer kaplıyor. Bunun yanı sıra Özsoy, Orhan Veli hakkında kitap yazmış ve büyük bir özveriyle şiir evi açmış. Tüm araştırmalarının ardından “Orhan Veli’de beni şaşırtan ya da üzen hiçbir yön olmadı” diyecek kadar da Orhan Veli’yi kanıksamış. 

Biz de Orhan Veli’yi bir de ondan dinlemek için Beyoğlu’ndaki sahafına gidiyoruz. Şeref Özsoy bizim için Orhan Veli’yi anlatmaya başlıyor. 

Orhan Veli’nin aruz ve hece ölçüsünü reddetmesinin sebebi sizce nedir, bunun onun hayata bakış açısıyla ilgisi nedir? 
Orhan Veli, aruzu da hece ölçüsünü de iyi bilirdi. Bunu şu hikâyeyle anlatabilirim: Çiçek Pasajı’nda arkadaşlarıyla bir masada içmektedir Orhan Veli. Karşı masadan oturan bir adam ise uzun uzun masalarını izledikten sonra kalkar masalarına gelir. Orhan Veli’ye, şiirden anlamadıklarını, ölçü uyak bilmedikleri için böyle saçma sapan şeyleri şiir diye yazdıklarını söyler. Kendisinin de şair olduğunu söyledikten sonra uzun bir şiirini okur. Amacı Orhan Veli’nin ölçü bilmediğini ispatlamaktır ancak “9 ve 11. dizelerde ölçü hatası yapmışsınız” yanıtı karşısında sinirlenir. Kağıt kalem alırlar, şiiri kağıda dökerler ve Orhan Veli, söylediği dizelerdeki hataları gösterir. 

Garip’in ikinci baskısı için yazdığı önsözde, ilk baskıda yazdıkları için şöyle der Orhan Veli: 
“Şiirdeki garip mefhumu üzerinde bugün bir yazı yazmağa kalksam herhalde aynı şeyleri yazmam. Ama bundan dolayı kim beni haksız bulabilir? Onları beş sene evvel yazmıştım. Beş sene sonra da aynı şeyleri söyliyecek olduktan sonra ne diye yaşadım? O günden ölseydim olmaz mıydı? 1941 senesinde söylediklerim, 1616 senesinde elli iki yaşında iken ölen Shakespeare’in, üç yüz yetmiş yedi yaşında söylemesi lazım gelen sözlerdi. Aynı şekilde, bundan yüz sene sonra yaşayacak bir şairin sözleri de benim yüz otuz bir yaşında düşüneceğim şeyleri anlatmalıdır.”   
Kısaca Orhan Veli hep bir gelişmeden, değişmeden, yenilikten yanadır.

Şiire getirdiği yenilikler sebebiyle edebiyat çevresinde dışlanan hatta küçümsenen Orhan Veli’nin bu duruma karşı tavrı nasıldı? 
Orhan Veli ve arkadaşlarının yeni şiiri söylediğiniz gibi “sizi bu hayasızlığın suratına tükürmeye davet ediyorum” gibi eleştiriyle alakası olmayan tepkilerle, hakaretlerle karşılandı ancak, Oktay Akbal’a söylediği şu söz sanırım tavrını en iyi açıklayan sözüdür: “Aleyhimde yazılan yazıların, lehimdekilerden fazla olması beni memnun eder.” Bir de alay edildi yeni şiirle. Özellikle edebiyat dergilerinden daha çok satan mizah dergilerinde pek çok karikatür çıktı. 

Edebiyat çevreleriyle arası nasıldı? 
Orhan Veli hümanist biriydi. Sırf edebiyat çevreleri değil, balıkçılar, garsonlar, çingeneler gibi yani sokak insanlarıyla da çok yakın dosttu, herkesle iyi geçinir, çok çabuk ilişki kurardı. Yakın çevresinde edebiyatçılardan kimler vardı diyorsanız, Melih Cevdet ve Oktay Rifat evlendikleri için, daha sonra en yakın arkadaşı bence Sait Faik olmuştur. Tabii ki burada onlarca isim daha sayılabilir ancak küstüğü tek kişi söyleyebilirim; Nurullah Ataç. Daha doğrusu Ataç ona küsmüştür. 

Orhan Veli komik bir adamdı aynı zamanda, yaptığı bir şaka sonrası Nurullah Ataç küser ancak, ölümünün ardından şunu söylemekten de geri durmaz: “Bunca yıldır yazarım, bana ‘en çok ne ile övünürsün?’ diye sorsalar 'Orhan Veli gibi iki üç şairi kimsenin beğenmediği sıralarda anlayıp beğenmiş olmamla övünürüm,' derim.” 

Veli’nin şiirlerinde aşk ve cinsellik temalarına rastlıyoruz. Orhan Veli nasıl bir âşıktı? 
Orhan Veli, kur yapmayı çok sever. Bunu, yazdığı bir mektubun cümlelerinin ilk harflerini, kur yaptığı kadının isminin ilk harfiyle başlatarak yapar örneğin. “Bu mektubun bütün cümleleri tesadüfen, B ile başladı. Belki de Bella B ile başladığı için,” diye de bitiriverir mektubunu. Yahut da imzaladığı kitaplara çok özel şeyler yazar: “İmzanın üstüne gelecek yazıyı üç beş satıra sığdırmak imkânsız. Onları ayrı ciltler halinde takdim ederim.” gibi. Oktay Akbal, kadınlarla yaşadığı ilişkileri anlatmayı sevdiğini şu şekilde dile getirir: “Bir resim sergisinde ahbap olduğu bir kadınla geçirmekte olduğu serüveni anlattı durdu. Sevinçli ve alaylı.” 

Karakteristik özellikleri nelerdi? Mesela Orhan Veli nasıl bir arkadaştı? 
Orhan Veli dost canlısı bir insandı. Çevresindekileri kırıp üzmekten kaçınır, onun yerine şaşırtıp güldürmek için envaiçeşit baharat, balık adını sayardı. Sait Faik ile bir ay boyunca her akşam Balık Pazarı'nda buluşurlarmış. Ellerinde Cumhuriyet gazetesi, içmek üzere oturduklarında hemen gazetenin bulmacasını açar ve yarışırlarmış. Bir ay boyunca hep Orhan Veli kazanmış, Sait Faik'in payına da hep hesabı ödemek düşmüş. Sonunda Sait Faik isyan etmiş: "Kabul ediyorum, bu konuda çok iyisin ama, bir aydır hep sen kazanıyorsun. Bir kere bile kazanamadım!" Orhan Veli yanıtlamış: "Sait, senin kazanmana imkan yok. Cumhuriyet’in bulmacalarını ben hazırlıyorum, nasıl senden önce bitirmeyeyim!" İşin aslı, bulmacaları hazırlayan Orhan Veli değildir sadece Sait’i üzmemek için o an böyle bir yalan uydurmuştur. 

Bir İstanbul şairi olarak tanımlanan Orhan Veli’nin İstanbul ile ilişkisini nasıl tanımlarsınız? Orhan Veli İstanbul’un en çok neyini, hangi semtlerini severdi? 
Orhan Veli’nin ömrünün büyük kısmı Ankara’da geçtiyse de İstanbul vazgeçemediği yerdir ki bunu bir kitabının isminde de gizlemiştir. Orhan Veli'nin iki şiirinin ismi yoktur. Daha doğrusu olmadığı zannedilir. Bunlardan ilki, Garip'in ikinci basımındaki Garip İçin önsözü ve Garip manifestosundan sonra gelen, büyük harflerle dizilmiş NETİCE yazılı sayfadan sonraki şiiridir: 
Gemliğe doğru
Denizi göreceksin;
Sakın şaşırma. 
Tamamı italik dizilerek de diğer şiirlerden ayrılan bu şiirin adı Netice olabilir mi? Yoksa 'Netice' uyarısındaki gibi "Bunca yazıyla anlatmaya çalıştığım şiir anlayışımı, şu şiirlerle daha rahat anlayacaksınız. Aslında bunlar her zaman gözünüzün önündeler ama, görmüyorsunuz. Burada görünce şaşırmayın" gibi bir uyarı mıdır? Belki de ikisi birdendir. 

Diğer şiir ise, Garip'in ikinci baskısıyla aynı günlerde yayımlanan Vazgeçemediğim kitabındadır. Ne büyük rastlantıdır ki o da kitabın ilk şiiridir, tamamı büyük harflerle ve gene italik olarak dizilmiştir. 
DELİ EDER İNSANI BU DÜNYA;
BU GECE, BU YILDIZLAR, BU KOKU,
BU TEPEDEN TIRNAĞA ÇİÇEK AÇMIŞ AĞAÇ 
Bence bu şiirin ismi de kitabın ismidir, yani Vazgeçemediğim. Orhan Veli'nin vazgeçemediğinin resmini Fahrünnisa Zeyd kapağa çizmiştir. Evet, şairin ismiyle kitabın ismi arasına konan resim, aynı zamanda kitabın ilk şiirinde anlatılan 'dünya'dır; İstanbul Boğazı'dır... 

Vazgeçemediğim'deki bir başka şiir olan İstanbul Türküsü'nde Boğaziçi'ni, Urumelihisarı'nı kendisine mesken eden Orhan Veli, bir de ‘İstanbul’un orta yeri’nden bahseder. Haydi size bir de oranın neresi olduğunu, Oktay Akbal’ın Yaşamı Yeniden Kurmak kitabındaki şu alıntıyla tarif edeyim: 
"Şehzadebaşı... İstanbul'un ortası sayılırmış bir zamanlar. Tiyatrolar, sinemalar, kıraathaneler, bilardo salonları, muhallebiciler, pastacılar, dondurmacılar... Eski adıyla Direklerarası." 
Orhan Veli’nin az sayıda çok güzel öyküleri var sizce neden şiirin dışına çıkmamaya gayret etti? 
Orhan Veli’nin ilk tutkusu tiyatrodur. Daha on altı-on yedi yaşlarındayken Dr. İhsan adlı bir piyes yazar, arkadaşlarıyla Beykoz’daki evlerinin bahçesinde komşularına oynarlar. Daha sonraları da sahneyle olan ilişkisi sürer. Buradan da anlaşılacağı üzere çok yönlü bir yazardır Orhan Veli, yani şiirin dışına da çıkmıştır. Ancak şöyle söyleyebilirim; Sait Faik öykücüdür deriz ama az da olsa güzel şiirleri vardır. Orhan Veli için de şairdir deriz ancak az da olsa güzel öyküleri de vardır. 

Son olarak Orhan Veli’nin Türk şiiri için öneminden bahsedebilir misiniz? 
Sırf Orhan Veli’nin değil, genel olarak şiirden söz etmek benim haddim değildir. Ancak şiirde bir devrim yapmıştır, seveni de sevmeyeni de çoktur diyebilirim kendimce. Bununla birlikte bir yazısında Oktay Rifat'ın kendi şiir okulunu kurabildiğini yazan Vedat Günyol'a bir gün "Bu kadar kısa olmasaydı yaşamı, Orhan Veli de kendi okulunu kurabilir miydi?" diye sormuştum. Yanıtı: "Yüzde yüz kurardı tabii ki. Ömrü yetmedi. O temeli, o şiir zekası vardı Orhan Veli'nin. Hem Orhan Veli şiire çok yenilik getirdi. Şairaneliği bir yana bırakarak günlük yaşamı kaleme aldı” demişti. Sonuçta, Orhan Veli olmasaydı İkinci Yeni de olmayabilirdi, günümüz şiiri bu kadar çeşitli de olmayabilirdi. 

ORHAN VELİ'NİN EL YAZISIYLA SERE SERPE: 


TAHATTUR...

*El yazıları Şeref Özsoy'un kişisel koleksiyonundan...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ülker Sokak’ta Lubunya Olmak

İstanbul Beyoğlu, Cumhuriyet Dönemi’nde başlayan göçlerle birlikte her çeşit topluluğa ev sahipliği yapmış, kozmopolitliğin simgesi bir semt. İçerisinde en modern ve köhne sokaklar yan yana; seçkin ve kuytuda kalmış hayatlar dip dibe yaşanıyor. Beyoğlu’ndaki Ülker Sokak ise bu kozmopolitliğin içinde trans ve transseksüellere ev sahipliği yapan, onların varoluşu açısından önemli bir mekân-dı. Ancak 1996’da yılında başlayan operasyonlarla dönemin emniyet amiri Hortum Süleyman önderliğinde mahalle “temizlendi”, translar -her ne kadar direnseler de- “sürüldü”. Bir sokağın varoluş ve yok oluş hikâyesini, bir kimliğin var olabilme mücadelesini, olayların yirminci yılında dinlemek için aktivist Demet Demir ile konuştuk.  Son Durak Ülker Sokak Demet Demir, Türkiye’de LGBTİ denilince akla ilk gelen isimlerden biri. Elli dört yaşında, otuz yıldır Ülker Sokak’ta yaşıyor ve yedi kedisi var. Ülker sokağın mazisini de bugününü de en iyi anlatacak birkaç isimden biri.  Trans ve transseksüe

Adalı Sait Faik ve Bakkal Dostu Orhan

Sait Faik; İstanbul’u çokça anlattığı hikâyelerinde, kalabalık semtleri, kenar mahalleleri, balıkçıları, kuşları, boyacıları, insanın tasasını işler. Yoksul insanları anlattığı yazılarında, “küçük insanlar” diye tabir edilenleri devleştirir adeta. Sadece anlatmakla kalmaz “kahramanları” ile dostluk da kurar. Hal böyle olunca onu en iyi kim anlatır sorusunun peşine düştük ada yollarına.  Burgazada’ya gitmek için hava biraz soğuk ama vapurdan ilk indiğinizde sizi Sait Faik Abasıyanık’ın heykeli karşılıyor ve bu içimizi bir nebze ısıtıyor. Sait Faik’in Burgazada’da annesiyle beraber yaşadığı ev şimdi müze. Müzeyi gezdikten sonra, sokaklarında dolaşıyoruz adanın. Mutlaka birileri olmalı diyorum içimden. Sokakta odun kıran yaşlı bir amca çarpıyor gözüme, “Belki de arkadaşıdır!” diyorum; ama değil. “Onun zamanına ben yetişemedim diyor,” biraz üzülüyorum. Ama müjdeyi veriyor: “Aşağı sokakta Bakkal Orhan var, ona gidin, beraber balığa giderlermiş o anlatır size,” diyor.  Burgazada’da