Ana içeriğe atla

İkinci Yeni Müzesi: Hatay Meyhanesi

Temmuz, 2016
İstanbul’da Bağdat Caddesi’nin başındaki Hatay Restoran ilk bakışta sıradan bir meyhane gibi gözüküyor. Ama adımınızı atar atmaz burasının yalnızca bir meyhane olmadığını anlıyorsunuz. Duvarları baştan başa şair, yazar ve ressamların fotoğrafları, yazıları-çizileri, basında çıkan haberleriyle dolu. Meyhanenin müdavimlerinin isimleri her zaman oturdukları masaların yanına kazınmış. Sevdiğiniz sanatçının köşesinde oturup onun şiirlerine, çizgilerine karşı rakınızı yudumlayabiliyorsunuz. Meyhane deyip geçemeyeceğimiz Hatay Restoran Cemal Süreya adıyla da bütünleşmiş bir mekân. Meyhane, sahibi Mehmet Ali Işık’ın edebiyata düşkünlüğüyle adeta “İkinci Yeni Müzesi” gibi. Hatay Restoran’ın bu edebiyat düşkünü sahibiyle hem mekânı hem de abim dediği Cemal Süreya ile olan dostluğunu konuştuk. 

Edebiyatla Harmanlanmış Dostluk

Mehmet Ali Işık’ın macerası Sivas’ta çobanlık yaparken tek başına İstanbul’a göçüyle başlıyor. 1965’te başlayan İstanbul serüveni çeşitli iş maceralarından sonra 75’de Hatay Restoran’da garson olarak işe başlamasıyla rayına oturuyor. Dört yıl sonra ortak olduğu restoranda 80’de Cemal Süreya ile tanışıyorlar. Zamanla ikilinin müşteri-garson ilişkisi dostluk ilişkisine evrilmiş. “Cemal Süreya gelir giderdi, kulak misafiri olurdum sohbetlerine. Şakacı, naif bir adamdı. Sonra yavaş yavaş tanışıklığımız arttı. Yaşanmışlıklarımızın çok yakın olduğunu anladık. Annemizi erken yaşta kaybetmiş olmamız, okuduğumuz kitapların aynı olması gibi. Sonra bir baktık dosttan da öte abi kardeş gibi olmuşuz.” 

Belli ki ortak yaşanmışlıklar edebiyatla harmanlanmış ve ortaya bir bağ çıkarmıştı. Işık, Süreya ile ortak okudukları kitapları coşkuyla anlatıyordu, edebiyata ne kadar düşkün olduğunu anlamıştım. Bu düşkünlüğün kaynağını da sordum: “Türkiye’nin en iyi sazı Sivas’tadır. Sivas’ın en iyi sazı Divriği’de, Divriği’nin de Çamşıhı’ndadır. Âşık Veysel’in sazı öğrendiği köydenim ben. Sanata duyarsız kalmam imkânsız.”


Defterli Meyhane: “Adımız çıktı sarhoşa ne mutlu bize!”

Meyhanenin, Hatay Meyhanesi Defterleri adıyla kitaplaştırılan meşhur anı defterlerinin hikâyesini de anlatıyor Işık. Mekânın çok kalabalık olduğunu günlerden birinde, Cemal Süreya’nın “Söz uçar yazı kalır, bir defter al da herkes bir yazı karalasın.” demesiyle başlamış gelenek. Işık’ın alelacele aldığı bir deftere yazılar yazılmış. Deftere ilk yazı da yaşça en büyükleri olduğu için 80'lik ressam Cevat Dereli’ye ait: “Adımız çıktı sarhoşa, ne mutlu bize…” Efkâr sözleri, iç dökmeler, şiirler, çizgiler… Cemal Süreya’nın başlattığı gelenek bugün de devam ediyor. 


“Cemal Süreya yalnız gelir ama çoğalırdı”

Hatay Restoran 1986'da adres değiştiriyor ve Bostancı’daki yer kiralanıyor. Kadıköy'e daha uzak olması, git gel sıkıntısı işleri bir süre aksatmış. Ancak Işık’ın müşteriyle olan ilişkisi onları yeni yerin de müdavimi yapmış. Cemal Süreya’da bu müdavimlerden biri olmaya devam etmiş. “Cemal abi gelmeye devam etti. O mekâna tek gelirdi ama çoğalırdı. Gençler, hayranları hiç yalnız bırakmazdı onu. O da gençleri ayrı bir sever, ilgilenirdi. Bir gece genç bir şair dosyasını okumasını için Cemal abiye vermişti. Ertesi gün hepsini okuyup teslim etmişti çocuğa. Bunu bugün çok az kişi yapar” diyor. Işık’ın dediğine göre Cemal Süreya, genç şairleri daha çok yazmaları için yüreklendirirmiş. Meyhanede yapılan gençlerin imza günlerine özellikle gelir, destek olurdu diyor. Hatta bir gün Cemal Süreya’nın yazar bir arkadaşı “Bizim imza günümüzü gelmiyorsun da gençlerinkine koşa koşa gidiyorsun” diye sitemde bile bulunmuş Süreya’ya.


Kiralar Sürgünü Şair

Işık’a Cemal Süreya’nın meyhaneye geldiği son günü de soruyorum. O günü hatırlamak göz pınarlarının yaşlanmasına sebep olsa da ağır ağır anlatmaya devam ediyor. “Meyhaneye gelmişti yine, iyiydi ama ‘Bana bir ev bulmak şart’ demişti.” diyor. Süreya, ölmeden önce eski eşi Zuhal Tekkanat, oğulları Memo ve eşi Birsen Sağnak ile aynı evde yaşıyordu. Belki de iki ateş hattında kalmaktan yorulmuş ondan böyle demişti. Işık, Cemal Süreya için yazdığı bir şiirde ondan “Kiralar Sürgünü Şair” diye bahsediyor. Memurluğundan yirmi altı yılda, yirmi sekiz ev değiştiren Süreya, yirmi dokuzunca evine çıkamadan ölüyor. “Cemal Süreya öldü dediler, beynimden vurulmuşa döndüm.” deyip zor yutkunuyor Işık.

Mehmet Ali ışık’ın Cemal Süreya’ya olan sevgisi, dostluğu ölümünden sonra da devam ediyor. Cemal Süreya Kültür ve Sanat Derneği’ne kuruculuk etmiş, “Kadıköy’de iskeleye en yakın oturan şairim!” diye övünüp arkadaşlarına takılan Cemal Süreya’nın sokağına isminin verilmesi için imzalar toplamış, anma etkinlikleriyle onu yaşatmaya devam etmiş ve ediyor. “Açık yüreklilikle söyleyebilirim ki; yirmi beş yılım Cemal Süreya’ya adanmıştır, hâlâ da adıyorum” derken son derece haklı. Elbette ki Cemal Süreya İstanbul’da onlarca mekâna gitti, meyhane gezdi ama yalnızca Hatay’la ismi bütünleşti çünkü bu meyhanelerin yalnızca birinde Mehmet Ali Işık gibi bir dost vardı. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ülker Sokak’ta Lubunya Olmak

İstanbul Beyoğlu, Cumhuriyet Dönemi’nde başlayan göçlerle birlikte her çeşit topluluğa ev sahipliği yapmış, kozmopolitliğin simgesi bir semt. İçerisinde en modern ve köhne sokaklar yan yana; seçkin ve kuytuda kalmış hayatlar dip dibe yaşanıyor. Beyoğlu’ndaki Ülker Sokak ise bu kozmopolitliğin içinde trans ve transseksüellere ev sahipliği yapan, onların varoluşu açısından önemli bir mekân-dı. Ancak 1996’da yılında başlayan operasyonlarla dönemin emniyet amiri Hortum Süleyman önderliğinde mahalle “temizlendi”, translar -her ne kadar direnseler de- “sürüldü”. Bir sokağın varoluş ve yok oluş hikâyesini, bir kimliğin var olabilme mücadelesini, olayların yirminci yılında dinlemek için aktivist Demet Demir ile konuştuk.  Son Durak Ülker Sokak Demet Demir, Türkiye’de LGBTİ denilince akla ilk gelen isimlerden biri. Elli dört yaşında, otuz yıldır Ülker Sokak’ta yaşıyor ve yedi kedisi var. Ülker sokağın mazisini de bugününü de en iyi anlatacak birkaç isimden biri.  Trans ve transseksüe

Adalı Sait Faik ve Bakkal Dostu Orhan

Sait Faik; İstanbul’u çokça anlattığı hikâyelerinde, kalabalık semtleri, kenar mahalleleri, balıkçıları, kuşları, boyacıları, insanın tasasını işler. Yoksul insanları anlattığı yazılarında, “küçük insanlar” diye tabir edilenleri devleştirir adeta. Sadece anlatmakla kalmaz “kahramanları” ile dostluk da kurar. Hal böyle olunca onu en iyi kim anlatır sorusunun peşine düştük ada yollarına.  Burgazada’ya gitmek için hava biraz soğuk ama vapurdan ilk indiğinizde sizi Sait Faik Abasıyanık’ın heykeli karşılıyor ve bu içimizi bir nebze ısıtıyor. Sait Faik’in Burgazada’da annesiyle beraber yaşadığı ev şimdi müze. Müzeyi gezdikten sonra, sokaklarında dolaşıyoruz adanın. Mutlaka birileri olmalı diyorum içimden. Sokakta odun kıran yaşlı bir amca çarpıyor gözüme, “Belki de arkadaşıdır!” diyorum; ama değil. “Onun zamanına ben yetişemedim diyor,” biraz üzülüyorum. Ama müjdeyi veriyor: “Aşağı sokakta Bakkal Orhan var, ona gidin, beraber balığa giderlermiş o anlatır size,” diyor.  Burgazada’da

Kanıksadığımız Orhan Veli

Mart, 2016 Şeref Özsoy, Türkiye’de Orhan Veli ile ilgili en büyük koleksiyona sahip birkaç kişiden biri. İlk kez çocukluğunda ilkokul öğretmenin verdiği kitapla tanışmış Orhan Veli ile. Şu an kütüphanesinde ilk baskı Orhan Veli kitapları, yaptığı çevirileri, yazdığı ve çıkarttığı dergiler, O'nun hakkında yazılanlardan oluşan kitaplar, şiirlerinden bestelenen şarkıların yer aldığı plaklar oldukça büyük bir yer kaplıyor. Bunun yanı sıra Özsoy, Orhan Veli hakkında kitap yazmış ve büyük bir özveriyle şiir evi açmış. Tüm araştırmalarının ardından “Orhan Veli’de beni şaşırtan ya da üzen hiçbir yön olmadı” diyecek kadar da Orhan Veli’yi kanıksamış.  Biz de Orhan Veli’yi bir de ondan dinlemek için Beyoğlu’ndaki sahafına gidiyoruz. Şeref Özsoy bizim için Orhan Veli’yi anlatmaya başlıyor.  Orhan Veli’nin aruz ve hece ölçüsünü reddetmesinin sebebi sizce nedir, bunun onun hayata bakış açısıyla ilgisi nedir?  Orhan Veli, aruzu da hece ölçüsünü de iyi bilirdi. Bunu şu hikâyeyle an