Ana içeriğe atla

Modernizmle Sindirilmiş Bir Cumhuriyet Kızı: Adalet Ağaoğlu

*Kefal Dergi, Ağustos 2013

Londra Kitap Fuarı’ndan yeni geldiniz, nasıl geçti fuar? 
Ben aslında kitap fuarlarını yayınevlerinin ticari yarışı olarak görüyorum. Okur açısından değerlendirirsek bu yıl Türkiye’ye Frankfurt Kitap Fuarı’ndan daha fazla ilgi vardı. Bizim için en önemli mesele kitapların yurt dışındaki okurlara sağlıklı bir çeviri ile buluşması idi; çünkü Türkçe her çevirmenin altından kalkabileceği bir dil değil ve üslup konusunda da sıkıntılar yaşanıyordu. Ben de bu konuda çok hassasım. Şimdi bizim bakanlığımızın da içinde olduğu bir çeviri ağı kurulmuş. Pakistan’dan Mısır’dan benim kitaplarıma çeviri teklifi geliyor. Bu beni sevindirdi; ama önemli olan dil hassasiyetinin korunması. 

Batılı okurun Türk edebiyatına oryantalist bir gözle baktığına dair bir yakınma var. Orhan Pamuk mesela, oryantalist olmakla itham ediliyor siz ne düşünüyorsunuz? 
Okurdan çok yayınevlerinin seçmeci ve ırkçılığa benzeyen bir yayın politikası var ve bizim kuşağımız bu konuda çok saf kaldı. Ben bu tarz hesapların yeni yeni farkına varıyorum. Orhan Pamuk’a gelirsek uzun uzun cümlelerinden dolayı var oryantalizm. Bilerek yaptığını düşünmüyorum biraz elinden gelen bu biraz da inadına yapıyor gibi. 

Siz fuardayken Fazıl Say’ın hapis cezası aldığı açıklandı. Bu olay orada nasıl yankı buldu? 
Kitap fuarında Türkiye öne çıkarılan ülkeydi ve ilgi çok büyüktü. Elçiliğin bizim için düzenlediği tanışma toplatısında biraraya geldik hatta yanımda Ahmet Ümit vardı. İşte o sırada Fazıl Say’ın mahkeme kararını öğrendik. Karar bomba gibi düştü. Konuk olarak gittiğimiz bir fuarda, batıya karşı iyi bir not aldık derken haberi duyunca “Rezil olduk gene” diye konuştuk. Ömer Çelik’de “Bunu ancak mahkemeler bilir” gibi şeyler söyledi. Başbakan da hep böyle yapıyor zaten. Bunun formüllerini de çok iyi biliyorlar. 

Devletin kültür sanat ile ilişkisi sizce nasıl? 
Belediyenin bütün etkinliklerini dikkatle takip ediyorum. Toplantılara hep iktidara yakın isimler çağırılıyor. Bir iltimas söz konusu. Muhafazakarlığa doğru bir dönüş olduğunu düşünüyorum. Ben sadece kendilerine uymayan kişilerle ilişkilerine bakarım. Bu ilişkiler de çok iyi değil. Mesela Taraf Gazetesi’ni muhalif diye mahkemeye veriyorlar. Başbakanın medya ile arası çok kötü. Eleştiriden hoşlanmıyor. Böyle yapmaya devam ederse bu partisini etkiler. 

Sizce Cumhuriyet döneminde yapılan batılılaştırma çalışmaları gibi günümüzde de bir zorla muhafazakarlaştırma söz konusu mu?
1923’ten bu yana müthiş bir değişim yaşandı. İslam kesimi de bunun içine dahil. Ben çocukluğumda eli tespihli bir adam gördüğüm zaman korkup kaçıyordum. Şarkı söyleyen bir adam gördüğümde ise seviniyordum, tabii şarkı da batılı olacak (gülüyor). Şimdi o zamanki halimi gülünç buluyorum. Akp’nin şu anki Osmanlı’ya öykünme durumu bizi tanzimattan ileri götüremez. Zaten benim kesinlikle “vay efendim muhafazakar bir toplum olucaz herkese zorla namaz kıldıracaklar“ diye bir korkum yok; çünkü bu yüz yıllık cumhuriyeti yok saymaktır. Bu sürede müthiş batılılaşan bir ahali oluştu, artık Osmanlı dönemindeki gibi değiliz, çok sesli bir toplumuz, bundan sonra kimse susturulamaz. 

Peki son dönemdeki siyasi kaosu nasıl yorumluyorsunuz? 
Bu sürekli tekrar edildi ama yıllardır yapılmayan bir şey nihayet yapıldı. BDP’nin tanrısı Öcalan ile iktidar arasında diyalog kuruldu ve konuşarak bir yol açmak mümkün oldu. Bunu bir dönüm noktası olarak görüyorum. Sükunetle hiçbir şey konuşmayı beceremiyoruz ancak artık sakin olmalı ve toplumca bu meseleyi iyi anlamalıyız. 

Peki Erdoğan’ın başkanlık hevesi? 
Herkes padişah olmak istiyor diyor ama bence Erdoğan için için Mustafa Kemal olmak istiyor. Nasıl Mustafa Kemal’in masasında herkes onu evet deyip onaylıyorsa o da kimseye takılmadan onaylanmak istiyor. Açılım sürecini de başkanlık yolunu açmak için başlatmış olabilir; fakat benim bu sürece destek vermem Erdoğan’ın nasıl bir başkan olacağına bağlı ancak takındığı tavırlar bana kötü bir yolda olduğunu gösteriyor. Şunu da söylemek istiyorum ben siyasetçi değil, edebiyatçıyım. Sanırım romanlarımda toplumsal meselelerden bahsettiğim için böyle sorularla karşılaşıyorum. Daha önce de söylemiştim benim adım Adalet. Adalet bakanlığı değilim (gülüyor). Benim de yazarlığıma yazık vallaha. O kadar emek veriyorum her romanım farklı olsun diye. Benim önüme bir edebiyat tartışması getirilse, yumruk falan atmam ama birinin yüzüne tükürme fırsatını ararım (yine gülüyor). Ama bana mahkeme kararları falan soruluyor hep. 

Romanlarınızda ve hayatınızda hep özgürlükleri savundunuz, özgürlükler ve demokrasinin geleceğini nasıl görüyorsunuz, birey olmanın öneminden bahsettiniz ama bireyci düşünce ve tek tipleşme sizi hiç tedirgin etmedi mi?
Bu çok önemli bir soru ama öncelikle birey olmakla bireyselliği karıştırmamak gerekiyor. Gerçek manada birey olma kültürü özellikle bizim ülkemizde eksik kaldı. Batı rönesans gibi etkilerle bu durumu kendi içinde biraz iyileştirdi. Bizdeyse özellikle seksen darbesiyle halk birey olmaktan, düşünmekten çok korktu ve bu da beraberinde tek tipleşmeyi getirdi. Bu darbeyi öyle es geçemeyiz bundan önceki darbeler belki burjuva sınıfının solcularını falan etkiledi ama seksen darbesi halkın tam göbeğini, yavrusunu çocuğunu vurdu bu darbe. Herkes kendi gemisini kurtaran kaptan oldu, köşeyi dönmecilik şiddetle her alanda arttı edebiyatta bile. Sadece kendini düşünen insan da aslında birey değildir. 

Peki kendinizi nasıl konumlandırıyorsunuz bu konuda?
Ben hayatım boyunca kendim olarak kalmaya çok gayret ettim, grup olarak hareket etmekten hoşlanmadım. Bir fikir uğruna tek başıma kalsam da yürürüm. Yanımda insanlar olması değil, benim o düşünceye inanmam önemli. Dünyadaki her şey hasta şu anda atmosfer hasta, insanlar hasta. Ben maneviyatçı bir insan değilim fakat birbirimize dokunmalıyız, hisleri paylaşabilmeliyiz. 

Sizde her insan gibi değişiyorsunuz ama değil mi? 
Tabii değişiyorum. Babam üniversite okumamı istemiyordu. Okul için kayıt parasını vermedi. Sonra annem araya girip babamı bir şekilde ikna etti; ama ben ne yaptım biliyor musun, parayı yırtıp babamın yüzüne attım. Tehlikeli bir çocuktum ben. Baba ya bu baba! İkilemler arasında neler çekmiş, cumhuriyet kızını yetiştirmek için nelerinden fedakarlık etmiş. Bunu insan ancak kırk yaşından sonra anlayabiliyor. O zaman anlayamıyordum; çünkü çok büyük bir cumhuriyet baskısı altındaydık. Her şeyi yaşadıkça çözümledim ben.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ülker Sokak’ta Lubunya Olmak

İstanbul Beyoğlu, Cumhuriyet Dönemi’nde başlayan göçlerle birlikte her çeşit topluluğa ev sahipliği yapmış, kozmopolitliğin simgesi bir semt. İçerisinde en modern ve köhne sokaklar yan yana; seçkin ve kuytuda kalmış hayatlar dip dibe yaşanıyor. Beyoğlu’ndaki Ülker Sokak ise bu kozmopolitliğin içinde trans ve transseksüellere ev sahipliği yapan, onların varoluşu açısından önemli bir mekân-dı. Ancak 1996’da yılında başlayan operasyonlarla dönemin emniyet amiri Hortum Süleyman önderliğinde mahalle “temizlendi”, translar -her ne kadar direnseler de- “sürüldü”. Bir sokağın varoluş ve yok oluş hikâyesini, bir kimliğin var olabilme mücadelesini, olayların yirminci yılında dinlemek için aktivist Demet Demir ile konuştuk.  Son Durak Ülker Sokak Demet Demir, Türkiye’de LGBTİ denilince akla ilk gelen isimlerden biri. Elli dört yaşında, otuz yıldır Ülker Sokak’ta yaşıyor ve yedi kedisi var. Ülker sokağın mazisini de bugününü de en iyi anlatacak birkaç isimden biri.  Trans ve transseksüe

Adalı Sait Faik ve Bakkal Dostu Orhan

Sait Faik; İstanbul’u çokça anlattığı hikâyelerinde, kalabalık semtleri, kenar mahalleleri, balıkçıları, kuşları, boyacıları, insanın tasasını işler. Yoksul insanları anlattığı yazılarında, “küçük insanlar” diye tabir edilenleri devleştirir adeta. Sadece anlatmakla kalmaz “kahramanları” ile dostluk da kurar. Hal böyle olunca onu en iyi kim anlatır sorusunun peşine düştük ada yollarına.  Burgazada’ya gitmek için hava biraz soğuk ama vapurdan ilk indiğinizde sizi Sait Faik Abasıyanık’ın heykeli karşılıyor ve bu içimizi bir nebze ısıtıyor. Sait Faik’in Burgazada’da annesiyle beraber yaşadığı ev şimdi müze. Müzeyi gezdikten sonra, sokaklarında dolaşıyoruz adanın. Mutlaka birileri olmalı diyorum içimden. Sokakta odun kıran yaşlı bir amca çarpıyor gözüme, “Belki de arkadaşıdır!” diyorum; ama değil. “Onun zamanına ben yetişemedim diyor,” biraz üzülüyorum. Ama müjdeyi veriyor: “Aşağı sokakta Bakkal Orhan var, ona gidin, beraber balığa giderlermiş o anlatır size,” diyor.  Burgazada’da

Kanıksadığımız Orhan Veli

Mart, 2016 Şeref Özsoy, Türkiye’de Orhan Veli ile ilgili en büyük koleksiyona sahip birkaç kişiden biri. İlk kez çocukluğunda ilkokul öğretmenin verdiği kitapla tanışmış Orhan Veli ile. Şu an kütüphanesinde ilk baskı Orhan Veli kitapları, yaptığı çevirileri, yazdığı ve çıkarttığı dergiler, O'nun hakkında yazılanlardan oluşan kitaplar, şiirlerinden bestelenen şarkıların yer aldığı plaklar oldukça büyük bir yer kaplıyor. Bunun yanı sıra Özsoy, Orhan Veli hakkında kitap yazmış ve büyük bir özveriyle şiir evi açmış. Tüm araştırmalarının ardından “Orhan Veli’de beni şaşırtan ya da üzen hiçbir yön olmadı” diyecek kadar da Orhan Veli’yi kanıksamış.  Biz de Orhan Veli’yi bir de ondan dinlemek için Beyoğlu’ndaki sahafına gidiyoruz. Şeref Özsoy bizim için Orhan Veli’yi anlatmaya başlıyor.  Orhan Veli’nin aruz ve hece ölçüsünü reddetmesinin sebebi sizce nedir, bunun onun hayata bakış açısıyla ilgisi nedir?  Orhan Veli, aruzu da hece ölçüsünü de iyi bilirdi. Bunu şu hikâyeyle an