Ana içeriğe atla

Türkiye'nin Konuştuğu Drag Queen: Onur Gökçek

Drag Queen kelimesine çok aşina bir toplum olmasak da hepimiz ne demek olduğunu biliyoruz aslında. Zeki Müren ve 90’larda televizyonda uzun süre şov programı yapan Seyfi Dursunoğlu bu ülkenin en büyük drag queen’lerinden. Yani drag queen, performans sanatı amacı ile kadın toplumsal cinsiyetine atfedilen kıyafetler giyinen kişileri tanımlıyor. Biz de İstanbul’un en ünlü drag queen’lerinden Onur Melih Gökçek ile Türkiye’de drag queen olmak üzerine konuştuk.

“Drag queen’liğin inceliği şov karakterini yaratmaktır”

Onur Melih Gökçek yedi yıldır drag queen’lik yapıyor. Yirmi bir yaşında baleyi bırakmış ve işe İstanbul’un ünlü mekânı Cahide’de Draq Queen Kabare Show’la başlamış. “Şov yapmayı, makyajı, kostümü, disiplini orada öğrendim,” diyor. Drag queen’liğin onun için ne anlam ifade ettiğini şöyle anlatıyor: “Drag queen’lik sahneye çıkıp şov yapmaktan çok daha özel ve özgün bir iş. Çünkü kendinize özel bir karakter yaratıyorsun. Bazen tatlı bir kadın bazen bir cadı oluyorsun. Nereden ilham aldığına, kendi yaratıcılığına göre değişiyor karakterin.”

İstanbul’daki mekânlar kostümlerin masrafını çoğu zaman karşılamıyor. Makyaj malzemeleri ve peruk her yerde bulunurken kıyafetleri bulmak için araştırma yapmak gerekiyor. Özellikle bit pazarları ve ikinci el kıyafet satan yerler kostüm için bir cennet. En büyük sıkıntı ise çok yüksek topuklu ayakkabı bulmak, onu da internetten sipariş vererek ayarlıyor. Şova hazırlanmak da kolay bir iş değil. “Hafta içi karakterimin, kostümümün üzerine düşünmüşsem iki saatte hazırlanıyorum. Düşünmemişsem büyük bir kaosun içinde buluyorum kendimi,” diyor. Hazırlanırken arkadaşlarının da eve gelmesiyle odanın büründüğü renkliliği “Disneyland” olarak tanımlıyor.


“İnsanlar drag queen’i oyuncak bebekmiş gibi görüyor”

Berlin ve İsviçre’de çalışma şansı bulan Onur’a Türkiye’de ve Avrupa’da drag queen olmanın farklarını soruyorum. İki yerde aldığı tepkilerin ve gece hayatının birbirinden çok farklı olduğunu söylüyor. Avrupa’da daha rahat bir çalışma ortamı varken Türkiye’de her şeyin çok daha kontrollü ilerlediği söylüyor. “Belki de böyle olmazsa her şeyin çığırından çıkacağından korkuluyor burada,” diyor. İnsanların draq queen’e karşı yaklaşımlarının da bambaşka olduğunu söylüyor. Avrupa’da daha çok performansa dair geri dönüşler yapılıyor. Türkiye’de ise drag queen’liğin tam olarak anlaşılmadığından dem vuruyor. “İnsanların burada sürekli saçımı başımı çekmeleri, oyuncak bebekmişim gibi davranmaları, saatlerce makyajımla uğraşmışken gelip makas almaya çalışmaları beni zorluyor. Yurt dışında insanlar seninle sohbet ediyorken burada bir elleme huyu var. Bizim insanımızdaki gördüğü her şeyi elleme cesareti nereden geliyor anlamıyorum. O kulübe giriş ücretini ödeyince her şeye sahiplermiş gibi davranabiliyorlar.” Zorlukları olsa da güzel yanı yok mu diye soruyorum, var elbet: “Kulübe hep güzel oğlanlar kızlar geliyor. Ben de bu kılıkta olduğum için istediğim her güzel kızı, her güzel oğlanı öpebiliyorum mesela,” diyor.

Nur topu gibi oğlanlara inat “Nur Topu Saçan”

Onur Melik Gökçek’in sahne ismi “Nur Topu Saçan” İsminin arkasında ise ataerkil yapıya karşı bir hiciv var: “Herkes çalışırken bana ‘Ne kadar pozitifsin, tatlısın’ derken ‘Ay nur topu saçıyorum,’ diye dalga geçtim. Bir anda ‘Nur topu saçan’ kaldı ismim. Ve bunu da sevdim çünkü Türkiye’de erkek doğduğunda ‘Oo nur topu gibi bir oğlunuz oldu’ diye överler, kız olunca çok önemsenmez ya biraz o saçmalık silsilesine de gönderme var,” diye anlatıyor isminin hikâyesini.

“Athena’nın klibi benim için bir aktivizm”

Son olarak Athena’nın drag queen’in bir gününün anlatıldığı Ses Etme klibinde oynamayı neden kabul ettiğini soruyorum. “Bu benim için bir aktivizm hareketiydi,” diyor. Şiddetin, ayrımcılığın, cinayetlerin farkında olanlar için değil, bunu bilmeyenler, görmeyenler için böyle bir konunun işlendiğini söylüyor.

*Bavul Dergi, Kasım, 2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ülker Sokak’ta Lubunya Olmak

İstanbul Beyoğlu, Cumhuriyet Dönemi’nde başlayan göçlerle birlikte her çeşit topluluğa ev sahipliği yapmış, kozmopolitliğin simgesi bir semt. İçerisinde en modern ve köhne sokaklar yan yana; seçkin ve kuytuda kalmış hayatlar dip dibe yaşanıyor. Beyoğlu’ndaki Ülker Sokak ise bu kozmopolitliğin içinde trans ve transseksüellere ev sahipliği yapan, onların varoluşu açısından önemli bir mekân-dı. Ancak 1996’da yılında başlayan operasyonlarla dönemin emniyet amiri Hortum Süleyman önderliğinde mahalle “temizlendi”, translar -her ne kadar direnseler de- “sürüldü”. Bir sokağın varoluş ve yok oluş hikâyesini, bir kimliğin var olabilme mücadelesini, olayların yirminci yılında dinlemek için aktivist Demet Demir ile konuştuk.  Son Durak Ülker Sokak Demet Demir, Türkiye’de LGBTİ denilince akla ilk gelen isimlerden biri. Elli dört yaşında, otuz yıldır Ülker Sokak’ta yaşıyor ve yedi kedisi var. Ülker sokağın mazisini de bugününü de en iyi anlatacak birkaç isimden biri.  Trans ve transseksüe

Adalı Sait Faik ve Bakkal Dostu Orhan

Sait Faik; İstanbul’u çokça anlattığı hikâyelerinde, kalabalık semtleri, kenar mahalleleri, balıkçıları, kuşları, boyacıları, insanın tasasını işler. Yoksul insanları anlattığı yazılarında, “küçük insanlar” diye tabir edilenleri devleştirir adeta. Sadece anlatmakla kalmaz “kahramanları” ile dostluk da kurar. Hal böyle olunca onu en iyi kim anlatır sorusunun peşine düştük ada yollarına.  Burgazada’ya gitmek için hava biraz soğuk ama vapurdan ilk indiğinizde sizi Sait Faik Abasıyanık’ın heykeli karşılıyor ve bu içimizi bir nebze ısıtıyor. Sait Faik’in Burgazada’da annesiyle beraber yaşadığı ev şimdi müze. Müzeyi gezdikten sonra, sokaklarında dolaşıyoruz adanın. Mutlaka birileri olmalı diyorum içimden. Sokakta odun kıran yaşlı bir amca çarpıyor gözüme, “Belki de arkadaşıdır!” diyorum; ama değil. “Onun zamanına ben yetişemedim diyor,” biraz üzülüyorum. Ama müjdeyi veriyor: “Aşağı sokakta Bakkal Orhan var, ona gidin, beraber balığa giderlermiş o anlatır size,” diyor.  Burgazada’da

Cinsiyetçiliğe Karşı Harekete Geç/Erktolia

*BirGün Gazetesi Pazar Eki, 21 Haziran 2015 Ülkemizde toplumsal yaşamda kök salmış cinsiyetçi bir dil sorunu olduğu aşikâr. Günlük yaşamda “adamlık, erkeklik” gibi kavramların kadınlar tarafından da övgü dolu ifadeler olarak kullanıldığına tanıklık ettiğimiz; hatta bizzat kullandığımız olmuştur. Toplumsal yaşamın her alanına hâkim bu ideoloji doğal olarak her yerde karşımıza çıkıyor. Bunun en önemli sebebi bu dilin artık toplumun çoğunluğu tarafından kanıksanmış olması. Şimdiye kadar cinsiyetçiliği ifşa etmek üzere pek çok girişim varken geçtiğimiz mart ayında açılan erktolia.org bunu bir adım ileriye taşıdı. Erktolia, Türkiye’de cinsiyetçiliğe karşı harekete geçmek üzerine kurulmuş online bir mücadele platformu. Şirketlerin, siyasetçilerin, markaların, medyanın cinsiyetçi söylemlerini ifşa etmeyi ve onlara rahatsızlık vermeyi amaçlıyorlar. Kurucular, Sibel Schick ve Dilara Gürcü ile erktolia.org’un mücadelesini konuştuk.  Öncelikle bu fikir nerden çıktı, kuruluş aşamasını k